BUZ KRALLIĞI - I

BUZ KRALLIĞI - I

"Kaçma!" Genç kadın, karnındaki şişliğe rağmen dar sokaktan hızla geçerken sakin kalmakta zorlanıyordu. Kalbi, göğsünün içinden her an fırlayacakmış gibi sertçe atıyordu. Peşinden gelen adamlardan daha hızlı koşması mümkün değildi. Titreyen ellerini, karnının altında birleştirip içinde taşıdığı kızını korumaya çalıştı. Bebeğin güçlü bir kız olacağını hissetmenin ötesi ernde artık bundan emindi. Çünkü anne karnında onlarca kez eziyet görmüş başka bir bebeğin, şimdiye kadar ölmüş olacağını düşünüyordu.

“Hey!” diye seslendi arkasındaki adamlardan biri.

Taştan bir kulübenin yanından geçerken hamile kadının ayağı takıldı. Dengesini kaybettiğinde bir çift el kolundan tutarak onu düşmekten son anda kurtardı. “Yakaladım!” Adamın zafer dolu sesi sokakta yankılanırken kadın pes etmek üzereydi. Tek bir bakışın, tek bir göz göze gelişin bedeli bu olmamalıydı. Sokağın başından yanlarına doğru gelen diğer adamların da sesini duyduğunda kasılmaları arttı. Kasıklarından bacaklarına doğru akan su onu korkutuyordu. “Sonunda!” Genç kadın, midesini bulandıran alkol dolu nefesten kaçmak için geri adım attığında adam bunu fırsat bilerek, kadını arkasında duran evin duvarına yasladı. Alt dudağını yalayıp kadının yüzüne yaklaşarak, “Saat geç oldu,” diye fısıldadı. Bir kadın gece yarısı dışarı çıkıyorsa, birazdan olacakları karşısında duran adam kadar istiyor demekti. Adam, kadının boynuna doğru yaklaşıp dudaklarını tenine bastırırken kadının sesi çıkmadı. Çığlık atmanın, bağırmanın hiçbir faydası olmayacağını biliyordu. Eğer sesi yüksek çıkarsa sadece tecavüzcüsünü tatmin ederdi. Çünkü bir adam doyuma ulaşmak için kadının çaresiz çığlığını beklerdi. Yanına yaklaşan diğer adamlar da genç kadının etrafını sardı. İçlerinden biri, kadının memesine doğru uzanıp dokunurken bir diğeri elbisenin kumaşını yırtarak tenini açığa çıkardı. Bir el, yırtılan boşluktan içeri girip kadının hassas olan memesini sıktığında çaresiz kadın çığlık atmamak için alt dudağını ısırdı. Ne karşılık vermesinin ne de sesini yükseltmesinin bir önemi yoktu. Sırtını yasladığı evin içinde yaşayan hiç kimse dışarı çıkıp onu kurtarmayacaktı. Hiç kimse onu haklı bulmayacaktı. Bir kadın bu saatte dışarı çıkamazdı. Hele ki bu kadın bir cadıysa... Memesini sıkan adama doğru öfkeyle baktığında, adam kadının kıyafetlerini daha çok yırttı. Kadına doğru yaklaşıp, “Meydan okuyorsun, cadı!” diye fısıldadı. Bir kadının, bir erkeğin gözlerinin içine bakmasının yasak olduğu bir krallıkta bu basit hareket bile meydan okuma sayılırdı. Kadınların, erkeklerin bulunduğu yerlerde onlara saygı gösterdiğini belli eden bazı kurallar vardı. Bu kurallara uymazsanız cezasını çekerdiniz. Hamile cadı, birkaç kurala uymamıştı. Gece geç saatte dışarı çıkmış ve bir erkeğin gözlerinin içine bakmıştı. Karnındaki bebeğin dışarı çıkmak istediğini, kasıklarına yaptığı baskıda hisseden cadı dişlerini sıktı. Gözlerinden akmak üzere olan yaşlara tutunarak kalçasına, memesine ve saçlarına dokunan ellerden uzaklaşmak istedi. Her an doğacağını hissettiği bebekten korkarak titrek bir nefes verdi. Bedenindeki her bir kemik kırılıyormuş gibi canı yanarken karşısında duran adamlarla savaşması zordu. Dudakları boynunda gezen adamın iri elleri, elbisesinin eteklerini kaldırıp bacak arasına doğru yöneldiğinde artık tahammülü kalmamıştı. Kirli düşüncelerinin ve ellerinin doğmamış bir bebeğe değmesine izin vermeyecekti. Bu krallığın, kadınlar için koyduğu kuralları bir şekilde yıkacak ve gücünün her bir zerresini sadece onlarla savaşmak için kullanacaktı. Öfkesini onlara göstermeden, bacaklarında gezinen parmakları kırdığını hayal etti. İri eller bacaklarından uzaklaşırken, ellerin sahibi tiz bir çığlık attı. Cadı, acı dolu sesi duyduğunda tatmin olduğunu hissetti. Adamın kırılan parmaklarından gözlerini çektiğinde diğerleri korkuyla kadından uzaklaştı. Korkmalarına rağmen geri adım atmayan adamlardan biri elini pantolonunun içine sokup kendini okşamaya başladığında bu, cadı için son nokta oldu. Büyü yapmanın yasak olduğunu bilmesine rağmen, yıllardır içinde bastırdığı gücü yavaşça dışarı çıkardı. Zehirli kelimeleri fısıldadığında karşısında duran adamlar ellerini kasıklarına götürüp çığlık atmaya başladılar. Organlarının bedenlerinden sökülüp atıldığını hissettiren bu acıyla baş etmeleri mümkün değilken tek yapabildikleri kasıklarına baskı uygulayıp bağırmak olan adamlar, cadıya küfürler etti. Genç cadı yırtık olan elbisesini düzeltirken, arkasında bıraktığı enkazı umursamayarak evlerin arasından uzaklaştı. Evlerin kapıları tek tek açılıyordu. Bir kadının çığlığı yeterli değilken, bir erkeğin fısıltısı tüm kapıları açtırabiliyordu. Kasıklarının arasından çıkmak için yalvaran bebeğinin acı dolu kasılmaları, bedeninin her yerinde kendini gösterirken yürümesi gittikçe zorlaştı. Bu krallıkta evi gibi hissettiği tek yere gidip kızını bu acımasız dünyaya doğurmak istiyordu. Kadın, kollarını göğsünde birleştirip açık olan bedenini kapatarak evlerin arasından kendi yolunu bulmaya çalıştı. Peşinden gelen sesler azalmasına rağmen, hızla atan kalbine söz geçiremiyordu. Arkasına dönüp son bir kez geriye bakmak istediğinde yoldaki taşların üzerindeki kanları gördü. Artık kasıklarından akan sıvı su değil, kandı. Zamanı kalmamıştı. Saniyeler birbirini kovalarken adımlarını hızlandırdı ve birkaç sokak ötedeki evin kapısına yaslandı. Elbisesinden kopardığı bir kumaş parçasını dudaklarının arasına koyup dişlerini sıkmıştı. Her an doğacak olan bebeği yüzünden çığlıklarını saklamak zorundaydı. Daha önce, kendini korumak için çığlık attığında bile suçlu olmuştu. Yumruklarını vurduğu kapı sessizce açıldı ve genç bir kız uyku dolu gözlerle ona baktı. Parçalanmış ve kana bulanmış elbisesini gördüğünde kendine geldi. Kollarını cadıya uzatıp ismini fısıldadı. “Circe.” Hamile cadı evin içine girdiğinde bir yatağın üzerine yatırıldı. Dakikalar önce ona tecavüz etmek isteyen adamların parçaladığı elbiseyi, şimdi etrafını saran kadınlar telaşla çıkardı. Ondan fazla kadının yanında çırılçıplak kalan Circe’nin utanmaya vakti yoktu. Ağzında duran kumaşla attığı çığlıkların duyulmaması ve kasılmalarına cevap vermesi gerekiyordu. Circe, bacaklarını açması için onu zorladıktan sonra arasına bir çift el uzatan kadına doğru baktı. Doğumuna yardımcı olan cadıyı yakından tanıyordu. Medea, onun en sadık arkadaşıydı. Bir kasılma daha geldiğinde başını geriye doğru bırakıp çığlık attı. Kemiklerinden gelen kırılma seslerini duyuyordu. İçinde büyüyen bu bebek onu zamanla güçsüz kılmış ve bedenini ele geçirmişti. Cadı, bebeğinin çoktan dünyada olduğunu ama kendisinin yeniden doğduğunu hissediyordu. Bebeğinin başı dışarı çıkmak üzereyken, alnından akan terleri silen genç bir kızla göz göze geldi. Gözlerinin içinde gördüğü telaşı ve korkuyu yakından tanıyordu. Bu krallıkta, erkeklerin kadınlara acımasızca dokunduğu ve kadınların kendi bedenlerini yönetemedikleri için duyduğu korkunun aynısıydı. Bir sokağa kıstırılıp ona tecavüz etmeye çalıştıklarında etrafa aynı gözlerle baktığına emindi. Dünya üzerindeki hiçbir kadının korkuyla bakmasını, birazdan bu krallıkta doğacak olan kızının da aynı acıları çekmesini istemiyordu. Derin bir nefes alıp ıkınmaya devam ederken, ellerini onu tutan genç kızlardan kurtardı. Circe, ellerini karnına yaslayıp içinde duran bebeği hissetti ve dudaklarının arasında duran kumaşı tükürürcesine dışarı çıkardı. Büyülü sözleri dudaklarının arasından akmaya başladığında, Medea’nın öfkeli gözlerini gördü. Ona durmasını söylediğinde Circe, tereddüt etmeden işine devam etti. Gözlerini sıkıca kapatıp büyünün lanetli sözlerini bebeğine aktardı. Gözlerinin arasından beyaz bir ışık girdiğinde karnındaki bebeğin parladığını biliyordu. Her bir büyülü kelimeyi dünyaya bıraktığında ışık gittikçe artıyordu. Medea’nın ve diğer cadıların yalvaran seslerini duymasına rağmen durmaya niyeti yoktu. Bebeği doğdukça kendisinin öldüğünü hisseden cadı, bu hayattan göç ettikten sonra hiçbir kadının acı çekmeyeceğinden emin olmalıydı. Kızını ve ondan sonra gelen diğer her bir çocuğu korumalıydı. Büyülü sözlerin sonuncusu dudaklarının arasından döküldüğünde Circe’ye yalvaran cadılar susmuştu. Artık yapacak hiçbir şeyin olmadığını bildikleri sırada sessiz evin içinde cılız bir ağlama sesi yükseldi. Bacaklarının arasından gelen ağlama sesini duyduğunda Circe, gözlerini açtı. Büyülü sözlerinin sonuna eklenen, bebeğin ağlama sesi cadının yaptığı büyüye güç katmıştı. Circe, kırılan kemiklerini ve acıyla yanan bedenini unutup bebeği görmek için doğrulmaya çalıştı. Etrafındaki kadınlar ona yardımcı olurken Medea, ellerinde tuttuğu bebeği havaya kaldırdı. Circe, doğru bilmişti. Bebeği bir kızdı. O ana kadar tuttuğu gözyaşları yanaklarından akmaya başlarken dudaklarının arasından bir hıçkırık duyuldu. Bebeğine uzanmak istediğinde Medea, onun yanına yaklaştı ve yorgun cadının göğsüne kanlar içindeki bebeği bıraktı. Circe, kızını kucağına aldığında ilk gördüğü şey gözleri oldu. Yeni doğan bebeklerin aksine onun kızı gözlerini açmış ve umut dolu bir şekilde etrafını izliyordu. Gözlerinin içindeki mavi renk, sonsuzluğa uzanan bir denizi anımsatıyordu. Cadı, gözyaşları içinde boşta kalan elini bebeğinin saçlarına uzattığında şaşırdı. Kızının saçlarına bulaşan kanların ardındaki beyaz rengi görebiliyordu. Medea’nın acı dolu bir sesle, “Onu büyüledin,” dediğini duydu. Circe’nin kalbi gittikçe yavaşlarken bebeğinin kalbi daha hızlı atmaya başladı. Göğsüne yaslanan bebeğin kanının akışını duyuyordu. Gözlerinden akan yaşlar, kızının saçlarını yıkarken bir isim fısıldadı. “Pandora.” Tanrıların armağanı... Dünyayı yeniden yaratacak ilk kadın...